Sağlık

ŞEKER HASTALIĞI(DİABET)



     Kendi davet ettiğimiz hastalıklara güzel bir örnek olarak “şeker hastalığı”nı gösterebiliriz. Fazla kilolarınız allı pullu davetiyenizin zarfıdır. Hiç spor yapmaz, evden işe-işten eve arabayla gidip gelerek zarfa pul yapıştırmış olursunuz. Ne yediğinize dikkat etmez, çikolata, dondurma, tatlı yeme alışkanlığından vazgeçmezseniz allı pullu davetiyenizi postaya vermiş olursunuz. Ve... Sonunda “şeker hastalığı” size misafirliğe gelir. İşin kötü tarafı onun evinizde olduğunu uzun bir süre fark etmezsiniz. Metabolik Sendrom Derneği’ne göre ülkemizde şeker hastası olduğu halde farkında olmayan üç milyon kişi var. Geldiydi gelmediydi, vardı yoktu derken bir de bakarsınız evinizin en güzel köşeleri işgal edilmiş, gözleriniz eskisi gibi görmez, böbrekleriniz çalışmaz olmuş.

Şeker hastalarının çoğu komplikasyonlar ortaya çıkmadan hastalıklarının farkına varmazlar. Örneğin eskisi gibi iyi görmediklerini fark edip doktora gittiklerinde gözlerinin yüksek şekerden hasar gördüğü veya ayaklarındaki uyuşma nedeniyle doktora başvurduklarında şekere bağlı nöropati olduğu anlaşılır. İşte bu yüzden şeker hastalığında organlar hasar görmeden hastalığı teşhis etmek çok önemlidir.

Hastalığın teşhis edilmesiyle de iş bitmiyor; yüksek şekeri önemsemek, ciddiye almak gerekiyor. Şeker hastası olduğunu bildiği halde “ucundan birazcık yiyorum” diyerek yarım ramazan pidesini mideye indirenler var. Onlara yüksek şekerin vereceği zararları bir kez daha hatırlatmakta yarar görüyorum:

1. Şekeri yüksek olanların kalp krizi veya felç geçirme ihtimali üç misli daha fazladır.

2. Şeker hastalarının dörtte üçünde yüksek tansiyon da ortaya çıkar.

3. 20 yaşından sonra ortaya çıkan körlüklerden büyük oranda şeker hastalığı sorumludur.

4. Diyaliz merkezlerinde böbrek yetmezliği nedeniyle tedavi olan ya da böbrek nakli yapılması planlanan hastaların çoğu şeker hastasıdır.

5. Şeker hastalarının yarısından çoğunda el ve ayaklarda uyuşma, hissizlik veya ereksiyon sorunları vardır.

6. Şekerin neden olduğu damar ve beslenme bozuklukları bazen ayakların kesilmesine kadar giden sorunlara neden olabilir.

7. Şeker hastalarının üçte birinde dişeti sorunları görülür.

8. Şekerin iyi kontrol edilemediği hamileliklerde bebeklerin yüzde 5-10’unda doğumsal anormallikler görülür, düşük oranı artar.

Şekerin gelmesini önlemek için

1. Her gün (haftanın yedi günü) yarım saatten fazla yürüyün ya da koşun. Haftada 2.5 saat yürüyüş yapanlarda şeker hastalığı ortaya çıkma riskinin yüzde 58 azaldığı gösterilmiştir.

2. Zayıflayın, ayda

3-4 kg vererek ideal kilonuza inin.

3. Şekerve kötü karbonhidratlı yiyeceklerden uzak durun.

4. Kas güçlendirici ağırlık çalışmalarının şekerin kontrolünde önemli olduğu gösterilmiştir. Amerikan Şeker Derneği diyabet eğilimi olanların haftada üç kez ağırlık çalışmasını önermektedir.

5. Yemeklerden önce iki çorba kaşığı sirke içmenin (örneğin elma sirkesi) kan şekeri ve insülin seviyesini düzenlediği gösterilmiştir, ayrıca kilo vermenize de yardımcı olur.

6. Tarçının kan şeker seviyesini dengelemekte yararlı olduğu gösterilmiştir. Tarçın kabuğundan yapılmış çayı içebilir veya bir tatlı kaşığı toz tarçını bir parça ekmek içinde yutabilirsiniz.

Aşağıdaki bulgular varsa şeker hastalığından şüphelenin:

Çok su içiyorsanız

İdrara sık çıkmaya başladıysanız

Son günlerde iştahınız arttıysa, bir şeyler atıştırmadan duramıyorsanız

Aşırı halsizliğiniz varsa

Yaralarınız geç iyileşiyorsa

Erkeklerde sertleşme sorunu varsa

Hamile iken şekeriniz yükseldiyse

Görmenizde bozukluk varsa

 

METABOLİK SENDROM

Prof. Dr. Aytekin Oğuz

SSK Göztepe Eğitim Hastanesi

İç Hastalıkları Kliniği

 

İlk kez  1988’de Reaven tarafından ve zaman içinde çeşitli organizasyonlar tarafından farklı şekillerde ve farklı isimlerle tanımlanmış olan metabolik sendromun temel bileşenlerini insülin direnci, abdominal obezite, artmış kan basıncı ve lipid bozuklukları oluşturmaktadır.

Bütün dünyada sıklığı giderek artan metabolik sendromun ülkemizde, 30 yaş ve üstü bireylerdeki sıklığı, erkeklerde %28, kadınlarda  %45 olarak tespit edilmiştir. Tanıda Amerikan Ulusal Kolesterol Eğitim Programı Üçüncü Erişkin Tedavi Paneli (Adult Treatment panel III: ATP III) (NCEP-ATP III) kılavuzunda belirtilen beş kriterden üçünün varlığı yeterli görülmektedir (Tablo 1). NCEP-ATP III’de ayrıca metabolik sendrom bileşenleri içine henüz kriterler arasında yer almayan ve yeni tanımlanmış olan pro-inflamatuvar ve pro-trombotik durumlar da eklenmiştir.

 

Tablo 1. Metabolik sendrom tanı kriterleri:

Bel çevresi

Erkeklerde >102 cm

Kadınlarda >88 cm

Trigliseridler

³150 mg/dl

HDL Kolesterol

Erkeklerde <40 mg/dl

Kadınlarda <50 mg/dl

Kan basıncı

³130/85 mmHg

Açlık glukozu

³110 mg/dl

 

Metabolik sendromun etyolojisi tam olarak bilinmemekle beraber insülin direncinin anahtar rolü oynadığı düşünülmektedir. İnsülin direnci diğer risk faktörlerinden bağımsız olarak ateroskleroz ve kardiyovasküler olayların gelişimini etkilemektedir. İnsülin direnci, polikistik over sendromu ve non-alkolik steatohepatit gibi klinik tablolarla da ilişkilidir.

 

Obezitenin düşük dereceli bir inflamasyon durumu olduğu kabul edilmektedir. Yağ dokusu sadece enerji deposu değil, aynı zamanda dolaşıma çeşitli peptidler ve sitokinler salgılayan bir endokrin organ gibi çalışmaktadır. Abdominal obezite insülin direnci ve hipertansiyon ile ilişkilidir. Yağ dokusundan salgılanan ve adipositokinler olarak adlandırılan tümör nekroz faktörü α, interlökin 6, C-reaktif protein, plazminojen aktivatörü inhibitörü, leptin, adinopektin ve rezistin gibi çeşitli aktif moleküllerin hipertansiyon ve ateroskleroz gelişiminde rol aldıkları düşünülmektedir.

 

İnsulin duyarlılığının değerlendirilmesinde çeşitli metodlar kullanılmaktadır. Hem altın standard olarak kabul edilen hiperinsülinemik klamp tekniğinde   hem de glukoz tolerans testine dayanan yaklaşımlarda yaşanan uygulama zorlukları nedeniyle  yeni yöntemler geliştirilmiştir. Homeostaz modeli değerlendirmesi (HOMA) ve  kantitatif insülin duyarlılığı kontrol indeksi (QUICKI) metodlarında tek bir açlık insülin ve glukoz ölçümü yeterli olmaktadır.

 

Metabolik sendromda kan basıncı yüksekliği kriteri olarak NCEP- ATP III kılavuzunda  130/85 mmHg ve üzeri kabul edilmiştir. Obez olmayan hipertansiyon hastalarında da insülin direnci gözlenmektedir. Metabolik sendromda trigliserid seviyelerinde yükselme ve HDL-kolesterol seviyelerinde azalma dikkati çeker. LDL kolesterolde belirgin bir artış görülmezken oksidasyona daha açık ve dolayısıyla daha fazla aterojenik özelliği olan küçük ve yoğun LDL alt grubu artmıştır.  Kronik subklinik inflamasyon metabolik sendromun bir parçasını oluşturmaktadır. CRP dışında, fibrinojen ve plazminojen aktivatörü inhibitörü-1 düzeyinde de artış olmaktadır. Mikroalbüminüri  ve ürik asit yiksekliği de görülebilir.

 

Metabolik sendromun tedavisine yönelik randomize çalışmalar bulunmamaktadır. Metabolik sendromun her bir bileşeninin ayrı ayrı konrolü ile diyabet, hipertansiyon ve kardiyovasküler hastalıkların önlenmesi ana hedefi oluşturmaktadır. Öncelikle yaşam tarzı değişiklikleri sağlanmalıdır. Kilo kaybı ile metabolik sendromun her bir parametresinde düzelme sağlanarak, kardiyovasküler kökenli ve  tüm nedenlere bağlı ölümlerin azaltılabileceği gösterilmiştir. Diyabet Önleme Programı (The Diabetes Prevention Program) etkili yaşam stili değişikliklerinin prediyabetlilerde diyabet gelişimini %50’den daha fazla oranda düşürebileceğini (%11’den % 4.8’e) göstermiştir.

 

 

Antihipertansif ilaçlar içinde metabolik sendromda özellikle etkili olduğu bildirilen bir sınıf  bulunmamakla birlikte ACE inhibitörleri, anjiyotensin reseptör blokerleri ve alfa blokerler, diüretikler ve betablokerlere oranla daha avantajlı görülmektedir. Kalsiyum kanal blokerleri metabolik yönden nötral etkilidir. İmidazolin reseptörleri üzerinden etkilerini gösteren moksonidin ve rilmenidinin de metabolik sendromlu hastalarda özellikle sempatik sinir sistemi aktivasyonunu azaltıcı etkileri ile yararlı olabileceği öne sürülmektedir. Statinler LDL kolesterolü düşürerek ve CRP seviyelerini azaltarak inflamasyonu azaltmada fayda sağlayabilirler. Geniş çaplı, randomize kontrollü çalışmalarda statinlerin diyabeti veya bozulmuş açlık glukozu olan hastalarda morbidite ve mortaliteyi azalttığı kanıtlanmıştır. Trigliserid yüksekliği ve HDL kolesterol düşüklüğü için fibrat tedavisi düşünülebilir. Gereğinde, statin-fenofibrat kombinasyonu önerilen bir tedavi yaklaşımıdır. Metformin ve tiazolidindionların insülin direncini azaltıcı etkileri vardır. Çift yönlü peroksizom proliferatör aktive edici reseptör agonistleriyle (PPAR) ilgili çalışmalar halen devam etmektedir. Hem PPARγ hem de PPARα üzerinde etkili olan bu ajanların insülin direnci, glukoz intoleransı, trigliserid artışı ve HDL kolesterol düşüklüğü üzerine etkili olacağı düşünülmektedir. Tromboza eğilimi azaltmak amaçlı olarak düşük doz aspirin kullanımı hem birincil hem de ikincil korumada önerilmektedir.

 

 

SİGARANIN FAYDALARI
 mı olurmuş, demeyin. İşte o kadar kötülenen her fırsatta iftiralara mağruz kalan sigaranın faydaları :

  • Sigara içeni köpek ısırmaz; çünkü yanında baston taşır.  
  • Evine hırsız girmez; çünkü sabahlara kadar öksürür.
  •  
  • Üzerine sinek konmaz; çünkü buram buram nikotin kokar.
  •  
  • Fazla yorulmaz; çünkü yorulunca tıkanacağını bilir.
  •  
  • Yürümek için zorlanmaz; çünkü tekerlekli iskemlede gezdirilir.
  •  
  • İhtiyarlamaz; çünkü genç yaşlarda sevdiklerine kavuşur.
  •  
  • Yüzlerine renk gelir; çünkü dişleri ve bıyıkları sapsarı olur.
  •  
  • Vücutları bir kuş gibi hafifler; çünkü ileri dönemdeki dolaşım
  • bozukluğundan ötürü önce parmakları, sonra da el ve ayakları kesilir.

    İşte sigaranın faydaları, tiryakilere afiyet olsun...
  • ÇOĞU KİŞİ DİYABETLİ OLDUĞUNUN FARKINDA DEĞİL

    Ciddi bir metabolizma bozukluğu olan diyabet hastalığı Türkiye’de yaklaşık 5 milyon kişide var ancak bu kişilerin 1,5 milyonu diyabet hastası olduğunun farkında değil.

    - VKV Amerikan Hastanesi Endokrinoloji, Diyabet ve Metabolizma Hastalıkları Bölümü Dr. Tahir Haytoğlu diyabetin tanısını erken koymanın ve tedavisine erken başlamanın daha sonra gelişecek sağlık problemlerini önleyebileceğini söylüyor.

    Diyabet, müdahale edilmediği takdirde vücudun hemen hemen bütün organlarını etkileyebilir. Kontrol altında tutulamayan diyabet; körlüğe, kalp ve damar hastalıklarına, inmeye (felç), böbrek yetmezliğine ve sinir sisteminde tahribata yol açar. Gebelik sürecinde kontrol altına alınamayan diyabet ise doğumsal bozuklukların görülme riskini artırır.

    Diyabeti düşündürecek olan başlıca şikâyetler:

    Tuvalete sık çıkma

    Ağız kuruluğu

    Hızlı kilo kaybetme

    Halsizlik ve çabuk yorulma

    Diyabet için risk faktörleri:

    45 yaşının üstünde olmak

    Fazla kilolu olmak

    Diyabeti olan yakın bir aile ferdinin olması (anne, baba veya kardeşler gibi)

    Daha önceki hamilelik esnasında diyabet gelişmiş olması

    Diyabet türleri:

    Tip 1 Diyabet

    Bu tipte diyabeti olan kişiler, her gün insülin almak zorundadır. Bu tip diyabet eskiden “Juvenil Diyabet” veya “İnsüline Bağımlı Diabetes Mellitus” olarak adlandırılırdı.

    Tip 2 Diyabet

    Bu tip diyabet, sık aralıklarla besin alımı ve düzenli egzersizler ile kontrol altına alınabilmektedir. Bazı kişilerin, aynı zamanda, diyabet hapları veya insülin kullanmaları gerekebilir. Bu tip diyabet eskiden “Erişkin Çağı Diyabeti” veya “İnsüline Bağımlı Olmayan Diabetes Mellitus” olarak adlandırılırdı.

    Gestasyonel Diyabet

    Gebelikte ortaya çıkan diyabet türüdür.

    DİYABET TEDAVİSİ

    “Amaç; organ hasarlarının önlenmesi”

    Diyabet tedavisinde amaç; hastanın kendini daha iyi hissetmesini sağlamanın ötesinde, diyabet nedeniyle gelişebilen kalp krizi, felç, böbrek yetmezliği, göz problemleri, sinir hasarı ve iyileşmeyen yaralar gibi komplikasyonların önlenmesidir.

    Diyabet tedavisi, bir takım işidir. Merkezde hasta olmak üzere bu takımda; hastaya yardımcı olacak diyabet uzmanı endokrinolog, diyabet hemşiresi ve diyetisyen olmalıdır. Gerektiğinde hastaların göz, kalp, böbrek veya ayak problemleri için ilgili bölümlerle koordineli çalışmaya gidilmelidir.

    Diyabet tedavisinin bir numaralı amacı; yüksek kan şekeri seviyelerini kontrol altına almaktır. Bunu sağlayacak çeşitli yöntemler vardır. Bunlar:

    Sağlıklı besinler yemek

    Düzenli egzersiz yapmak

    Gerekli olması halinde ağızdan ilaçlar veya insülin kullanmak

    Kan şekeri ölçümleri yapmak

    DİYABETTE YENİ TEDAVİ YÖNTEMLERİ

    Son birkaç yıldır diyabet üzerinde yeni ilaçlar kullanılmaya başlanmıştır. Yeni mekanizmalar üzerinden uygulanabilen bu ilaçların yakın zamanda Türkiye’ye gelmesi beklenmektedir.

    Şu anda kullanılan ilaçların her biri, diyabeti kontrol altında tutmak için bir araç görevi üstelenmiştir. Bu ilaçlar gruplandırılarak, farklı mekanizmalar ile etki göstermektedir.

    Ağızdan alınıp, farklı mekanizmalar ile etki gösterebilecek ilaçlar:

    1. grup; insülin salgılanmasını artırmakta

    2. grup; karaciğerde insüline hassasiyeti artırmakta

    3. grup; kas hücrelerinin insüline hassasiyetini artırmakta

    4. grup; yiyeceklerdeki karbonhidratların emilmesini yavaşlatarak, vücuda zaman kazandırmaktadır.

    Yeni çıkan bir başka grup ilaç da insülinin salgılanmasına yardımcı olan hormonların kandaki seviyesini artırarak, etki göstermektedir.

    DİYABETTE İLAÇ KULLANIMI

    Diyabet hastalığı özellikle de Tip 2 diyabet, farklı evreleri olan bir hastalıktır. İlk dönemlerinde hasta diyabeti hiç ilaç kullanmadan, yaşam tarzı değişiklikleri ve sağlıklı beslenme ile kontrol altında tutabilirken; zaman içerisinde bu yeterli olmayıp, hastanın ağızdan alınan bir ilaç kullanması gerekebilir. Tek ilaç ile diyabetin bir süre daha kontrol altında tutulması mümkün olabilir, bunun da bir süre sonra yetersiz kalması durumunda ikinci hatta üçüncü ilaç eklemesi gerekebilir.

    Kompleks bir hastalık olan diyabetin kontrol altında olması demek, sadece şeker kontrolünün sağlanması demek değildir. Kan yağlarının (lipidler, yani kolesterol ve trigliseritlerin) ve tansiyonun da kontrol altında tutulması gerekir. Bu da kişinin, şeker kontrolü için gerekli ilaçlarının yanında düzenli olarak tansiyon ilaçları ve bazen de kolesterol ilaçları kullanmasını gerektirebilir.

    Kişi bir anda kendini 4-5 ilaç alırken bulabilir. Bu nedenle diyabet hastalarının düzenli olarak doktorları ile ilaç kullanımı konusunu gözden geçirmeleri, aldıkları bütün ilaçları doktorlarına söylemeleri ve gerekli laboratuvar takiplerini düzenli aralıklarla yaptırmaları gerekmektedir.

    Diyabet hastaları, kronik olarak kullandıkları ilaçlarının yanında; soğuk algınlığı veya başka bir nedenle kısa süreli farklı ilaçlar da kullanmak durumunda kalabilir. Bu gibi durumlarda hastalar, kısa süreli ilaçların, düzenli kullandıkları ilaçlarla etkileşip etkileşmediğini doktorlarına sormalıdır.

    DİYABET BAKIMI

    “Diyabetli kişilerin günlük bakımlarına daha çok önem vermeleri gerekir”

    Diyabet ve ayak bakımı

    Diyabet hastalarının ayaklarına özen göstermesi ve özel bir ayak bakımı uygulaması yapmaları gerekmektedir. Çünkü ayak bakımına yeterince özen gösterilmemesi, ciddi problemlerin ortaya çıkmasına neden olabilir. Kan şekeri düzensiz ve çok yüksek seyreden diyabetlilerde, sağlıklı bireylere nazaran ayak problemleri daha fazla görülmektedir. Bunun nedeni de damarlarda oluşan kan dolaşımı bozukluğudur.

    Kişinin kan şekeri sürekli yüksek seyrettiğinde damarlarda tahribat başlamakta; tahribata uğramış damarlar, kanı yeterli ve sağlıklı bir şekilde organlara ulaştıramadığı için de organlarda fonksiyon bozuklukları ile uzun vadede geri dönüşümü olmayan hasarlar görülmektedir.

    Diyabete bağlı sinir hasarları, ayaklarda his kaybına neden olabilir. Bu nedenle ayaklarda meydana gelen kesikler veya yaralar fark edilmeyebilir. Ayrıca ayaklarda zamanla biçim değişikliği de meydana gelebilir. Bu değişim yerlerinde, yaralar ve ayak ülserleri ortaya çıkabilir. Ülserler çok çabuk iltihaplanarak ciddi sorunlara yol açabilir.

    Aşağıdaki bulgularda doktora başvurulması önerilmektedir:

    Deride renk değişiklikleri

    Bölgesel ısı artışı

    Ayakta ve bilekte şişlik

    Bacaklarda ağrı (dinlenme veya hareket sırasında)

    Yavaş iyileşen yaralar

    Tırnakta mantar enfeksiyonu veya batık

    Nasır oluşumu

    Deride çatlakların oluşumu

    Yapılabilecekler:

    Ayaklarınızı her gün kontrol edin

    Ayaklarınızı her gün tahriş etmeyen bir sabun ve ılık suyla yıkayın

    Ayak tırnaklarınızın bakımına özen gösterin (Tırnaklarınızı düz kesin, köşeleri derin almayın.)

    Ayaklarınızdaki nasırlara ve sertleşmiş deri bölümlere dikkat edin

    Ayaklarınızı koruyun

    Ayak dolaşımınızı güçlendirin

    Ayağınızı sıkmayan ayakkabılar giyin

    Sorunlarınızı sağlık ekibinizle daima paylaşın

    Diyabet ve ağız bakımı

    Diyabet hastalarının ağız sağlığı konusunda özenli olmaları gerekmektedir. Diyabet kontrolü iyi olmayan hastalarda çürükler daha sık görülür. Diyabet durumunda ağız içi florası da değişebildiğinden, diş eti hastalıklarının görülme sıklığı da artar. Tüm diyabet hastalarının diyabet kontrolünü, olabilecek en iyi şekilde sağlamaya çalışması gerekmektedir. Bununla beraber diyabet hastalarının üstüne düşen görev, hijyenik ağız temizliğini uygulamaktır. Bunun için diyabet hastaları, uygun bir fırça ile günde iki ya da üç kez dişlerini fırçalamalı ve ağız içi yıkama solüsyonları ile gargara yapmalıdır. Hiçbir şikâyeti olmasa da diyabet hastalarının yılda iki kez (6 ayda bir) diş doktorlarına giderek, kontrollerini yaptırmaları ve ağız bakımı konusunda profesyonel yardım almaları gerekmektedir.

    Diyabet ve cilt bakımı

    Cildimiz, vücudumuzu çevresel faktörlere ve enfeksiyonlara karşı koruyan bir organımızdır. Diyabet kontrolünün iyi olmadığı durumlarda, ciltte daha sık enfeksiyon görülmektedir. Özellikle cildimizin hassas bölgelerinde (kıvrım yerleri, nemli kalan, iyi havalanamayan bölgeler) enfeksiyon riski artmaktadır. Ayak parmak araları, kasık bölgesi, koltuk altları ve özellikle kadınlarda meme altında kalan bölge, mantar ve deri enfeksiyonları için en zayıf yerler arasındadır. Bu bölgelerin temiz ve kuru tutulması, her gün düzenli olarak renk değişikliği olup olmadığının kontrol edilmesi; olası bir enfeksiyon sorununa karşı erken müdahale ile önlem alınmasını sağlayacağından, ileride oluşabilecek harabiyeti engelleyecektir. Herkesin uyguladığı genel hijyen kurallarına diyabet hastalarının da uyması gerekmektedir. Düzenli olarak banyo yapılmalı, banyo sonrasında tüm vücut iyice kurulanmalı; eğer ciltte kuruluk oluşuyorsa, nemlendirici kremler kullanılmalıdır.

    Diyabet ve göz sağlığı

    Diyabet kontrolünün iyi olmadığı durumlarda göz sağlığı bozulmakta ve ciddi hasarlar oluşmaktadır. Diyabet hastaları, hiçbir şikâyeti olmasa da rutin olarak yılda en az bir kez bir göz muayenesi yaptırmalıdır.

    Diyabetin göz üzerindeki olumsuz etkileri

    Diyabetle birlikte görülen en önemli ve en sık göz komplikasyonu “Diyabetik Retinopati”dir. İkinci sıklıkta görülen komplikasyon ise hastalarda çift görmeye neden olan “Göz Kasları Felçleri”dir. Bu komplikasyonda en çok, gözü dışa baktıran kaslar tutulur. Genellikle bir kaç ay içerisinde bu durum kendiliğinden düzelir. Ayrıca gözün saydam tabakasında bazen yüzeysel tahrişler oluşabilir. Hastalar bu durumda gözlerinde irritasyon ve batmadan şikâyetçi olur.

    Diyabetli hastalarda “Göz Tansiyonu” (Glokom) hastalığının normal insanlara göre daha sık görüldüğü bilinmektedir. “Katarakt” da diyabet hastalarında sıklıkla görülen ve ameliyat ile tedavi edilebilen bir göz hastalığıdır. Göz sinirinin iltihabi hastalığı olan “Optik Nöropati” ise sık görülmemekle birlikte; ani şekilde görme kaybına neden olabilen ve bazı durumlarda körlükle sonuçlanabilen bir komplikasyondur.

    Kırılma kusuru değişiklikleri:

    Kan şekerinin aniden yükselmesi gözün kırma gücünü artırarak, “Geçici Miyopi”ye (uzağı görememe), kan şekerinin özellikle insulin tedavisi sonrası aniden düşmesi ise “Geçici Hipermetropi”ye (yakını görememe) neden olmaktadır. Kan şekerinde ani yükselme ve düşmeler nedeniyle büyük dalgalanmalar oluşuyorsa, bu dönemde gözlük testi yapılmaması tavsiye edilmektedir. Kan şekeri normal ve stabil düzeye geldiğinde uygulanacak test ile gözlük değişimi yapmak daha sağlıklı olacaktır.

    DİYABET VE EGZERSİZ

    “Düzenli yapıldığı takdirde egzersizin çok yönlü faydaları bulunmaktadır”

    Egzersiz, kan şekeri seviyesini düzenlemeye yardımcı olması açısından diyabet hastaları için faydalıdır. Düzenli egzersiz yapanların genel olarak insülin hormonuna hassasiyetleri artmakta; böylece insülin, vücutta daha etkili bir şekilde kullanılmaktadır. Bu hem kişinin kendi salgıladığı; hem de dışarıdan ilaç tedavisi olarak aldığı insülin için geçerlidir. Düzenli egzersiz yapan kişilerde damar sertliği (ateroskleroz) de daha az görülmektedir. Diyabetin damar sertliği oluşumuna sebep olan faktörlerden biri olması nedeniyle egzersiz, diyabet hastalarında daha da önem taşımaktadır.

    Egzersizin düzenli olarak yapılması ve kişinin yaşı ile kondisyon durumuna uygun egzersizi seçmesi gerekmektedir. Yürüyüş her yaşta yapılabilecek bir egzersiz formudur. Ancak daha önce düzenli olarak spor yapmamış kişiler; tenis, basketbol, futbol gibi çok efor gerektirecek sporlara kalkışmadan önce doktorları ile görüşmelidir. Diyabet hastalarının haftada en az 3 kez, 30 dakikalık yürüyüşe denk gelecek bir egzersiz yapmaları önerilmektedir.

    DİYABETLİ HASTALARIN SEYAHATİ

    “Önlem almadan yola çıkma”

    Seyahat için çoğu zaman çok büyük bir hazırlık gerekmemekle birlikte; ihtiyaçlar önceden belirlenip, ona göre önlem alınmalıdır. İlaç kullanan hastalar, ilaçlarını yanına almayı ihmal etmemelidir. İnsülin kullanan hastalar, seyahat esnasında insülinleri nasıl kullanacağını planlamalıdır. Uzun uçak yolculuklarında hasta, havayolu firmasını önceden bilgilendirerek, diyetine uygun yemek isteyebilir. Hastaların uluslararası seyahatlerde diyetine uygun yemek isteme hakkı bulunmaktadır. Diyet ve beslenme zamanları saat farkından dolayı sekteye uğrayabileceği için hasta beslenme saatlerini de seyahate çıkmadan önce programlamalıdır. Hasta, seyahat öncesinde alması gereken tüm önlemlerle ilgili olarak doktorundan görüş alabilir. Bu önlemlerin yanında hastalar şeker ölçümlerini yapıp, şeker seviyelerinin nasıl seyrettiğini bilmelidir.

    DİYABETLİ ÇOCUKLAR

    “Çocuklarda psikolojik destek önemli”

    Çocukluk çağında ortaya çıkan diyabetlerin büyük bir kısmı -yaklaşık olarak %90-95’i- Tip 1 diyabetli sınıfına girmektedir. Tip 1 diyabetli hastalarında insüline bağımlılık söz konusudur. Bu yüzden bu hastaların insülin kullanması gerekmektedir. Burada aileye çok önemli bir yük binmektedir.

    Gerek çocukluk çağında gerekse ergenlik döneminde diyabet teşhisi konulan kişilere, hastalığın korkulacak bir şey olmadığı ve hastalıkla nasıl başa çıkılacağı öğretilmelidir. Diyabetin yaşam sürecinin bir parçası olduğu ve bu süreçte hastanın nelere gereksinim duyduğu hem çocuğa hem de ailesine adım adım anlatılmalıdır. Ayrıca hasta henüz çocukluk çağında olduğu için ailenin çocuğa insülin yapması gerekir.

    Diyabetli çocuklar;

    İnsülin ve diğer ilaçların kullanımı

    Yiyecekler ve beslenme

    Şeker ölçümü

    Problemlerle baş edebilme konularında bilgilendirilmelidir.

     

    Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
    Ücretsiz kaydol